31 Ocak 2010 Pazar

TWITTER MANİFESTOM :) 2.O

'Dayı,sana TWITTER'DE bi hesap açalım mı?'dedi Özgür.
'TWITTER ne ki?'diye cevap verdim ben de.

Her şey böyle başladı...

BASED ON A TRUE STORY!

Eskiden buraları dutluktu! Tenhaydı, çok insan yoktu.
Önceleri aramızda 'takıldık'.
SIFIRDIK! Takibe aile içinde başladık.
Aile büyüdü yavaş yavaş. Her hanede sayılar arttı. Tweetler bini aştı.
Önceleri yadırgadım. Sığamadım. Söyleyecek çok şeyim vardı ama yer pek bi dardı. Buna da alıştım ama.
İNSAN ALIŞAN Bİ HAYVANDIR!

Yazarken tutumlu olmayı becerdim.
Takip edilmek, özellikle az insanı takip edenler tarafından takip edilmek, tuhaf bi 'tercih edilme' duygusuyla beraber, bi 'başarı yanılsaması' da yarattı. Başım dönmedi de, sevindim çocuk gibi.
Bi yerlere, hem de okunan bi yerlere, bi takım konular hakkında, notlar düşmek hoşuma gitti. Her konuda yorumlar yapabilmek, dalga geçebilmek, bi şeyler söyleyebilmek bi çeşit terapi oldu bana.
Beni biliyosun!
Ya da bilmiyosun!
Eleştirmek, hatta eleştirilmek, tepki vermek, tepki almak iyi geldi. Çok iyi geldi hatta!
Eleştirilmekle ilgili bi sorunum yok.
Küstahlığı bile idare edebiliyorum çoğu zaman.
Saldırıyla, hakaretle, aptallıkla benim derdim.
Aslında hiçbir şeye katlanmak zorunda da diilim.
Yine de hiçbir konuda fanatik olmamaya, her konuda anlayışlı olmaya çabalıyorum.
Niyetim iyi. I mean well!
Bu süreçte zaman zaman zorlandığımı da itiraf etmeliyim.
Zorluyolar!
Zaten burda yazılanlara şuursuzca itiraz etmek, eleştirmek , saldırmak çarpışan arabalarda 'Ne çarpıyosun lan!' diye kavga çıkarmaktan farklı gelmiyo bana.
Neyse...
Bİ TWEETLE BAŞLADI HERŞEY :)
Sex yazdım, topluma 'salladım', 'tespit' böceği oldum :)
Haberler aldım, haber veriyorum. İletişime tapıyorum.
Bi DUYURU PANOSU hesaaabı :)
Lanlı-lunlu konuşuyorum, senli benli oluyorum.
Kendi 'ÖZNELİMİ' yazıyorum. Kendi önceliklerimi!
Bi tür alış-veriş hali. Bi empati durumu.
Kendimi ödüllendirebildiğim, ceza kesebildiğim, yalnız olmadığımı düşünebildiğim, kaçabildiğim, bana ait bi yer.
Bi lunapark!
Bi sivil toplum örgütü!
Bi felsefe taşı!
Çok düşünmemeye çalışıyorum bu küçük post-itlere yazarken.
Okuyanı seçemiyorum.
Bazen de seçiyorum.
BLOKLUYORUM!
Vücuduna yazılar yazan bi adamımım ben, kendimi ifade etmeye meraklıyım. En ciddi HOBİM bu. Bi de kibritten gemiler yapıyorum:)
Makara yapıyorum çoğu zaman.
Bazı notlar bazı yazılara ana fikir oluyo. Tweetler büyüyo,uzuyo.
Ben onlara BLOG diyorum. Yazdıklarımın bazılarına YUH! diyorum. Bloglar arası bağlantı önemli!
BÜYÜK laflar ettiğim de oluyo elbette.
Ben de zırvalıyorum.
Derdimi döküyorum aslında, kadere sövüyorum :)
Dedim ya, etkin bi rehabilitasyon yöntemi BENİM İÇİN.
Sanal bilincim.
Boş zamanlarımda kitap okuyorum, sinemaya, gidiyorum, TWITTLIYORUM :)
Kendimi kaybediyorum bazen ,evet!:) Garip itiraflar yapıyorum, kendime şaşıyorum.
Garip HUYLAR ediniyorum. Bi şeyler düşünüp,yazmazsam suçlu hissetmeye başlıyorum kendimi. EYVAH! Galiba YAŞLANIYORUM:)
Sanki bi şey saklıyormuşum gibi. Bu ne lan?
Buna TWITTER GUILT diye de bi isim uydurdum. AFERİN!
Bi de TWITTER BADİLERİM var üç beş tane. Ne şeker :)
Saydam olduğumu düşünüyorum ORADA ama yine de yargılayanlar var, 'gönül koyanlar' oluyo! 'Bozuk atanlar', 'sen de çok değiştin be!' diyenler, 'ne o, götün mü kalktı lan?' diye hesap soranlar var!
Zaten bu canlı türü her yerde var. Bunlar çiftleştikten sonra partnerini yer :) Takılmıyorum bunlara hiç,'dalgama' bakıyorum. Yok yok, bazen takıyorum!
'Sen de çok dolmuşsun Yunus, yapma böyle, koy götüne be! diye akıl verenler...
Azarlayanlar...
Paranoyaklar, öküz altında buzağı arayanlar, kendini kaybedenler.
Nihilistler,Pollyanna'lar...

Ama bu arkadaşların bazı şeyleri, 2 YAŞINDA bi çocuğa anlatır gibi anlatmama rağmen, anlamama konusunda ki tutarlılıklarını, inatlarını ve kararlılıklarını çözemediğim gibi, takdir de ediyorum:) And the OSCAR goes to...
Bazı arkadaşların sürekli 'zeka destek ünitesine' bağlı yaşamak zorunda olduğunu üzülerek görüyorum ve fişlerini çekmek istiyorum!
Çok eğleniyorum.
Şakalar yapıyorum allı yeşilli.
Bi kuyuya taş atıyorum.
Alaycıyım genelde, okuyanların zekasına güvendiğim için belki de.
Hata mı ediyorum acaba?
Çok mu iyimserim?
Ben çıtamı an akıllı insanın olduğu yere koyuyorum.
KİNAYE, TEŞBİH , MÜBALAĞA sanatlarına sıkça başvuruyorum.
Lisedeki edebiyat öğretmenim görseydi, benimle gurur duyardı herhalde.
SENİ SARKASTİK OROSPUÇOCUĞU SENİ!
Tam bi 'SİVRİSİNEK SAZ!' vaziyeti var aslında.
Uzatmanın alemi de yok. Polemik en sevmediğim.
Hadisenin bir tenis RALLİSİNE dönüşmesini tercih etmiyorum.
HADİSE'Yİ hiç sevmiyorum :)
Monolog seviyorum.
Kendi kendime diil, 'Kendimle' konuşuyorum.
Kendi kendime konuşur muyum, deli miyim lan ben!
Sen kafa sesimi okuyosun!
YARAMAZLIK yapıyorum.
Sorular oluyo. Cevaplara yetişmek zor.
Sorular da zor zaten.
Cevap beklemek, cevap gelmeyince bozulmak çok da anlamlı değil.
Mevzunun kişiselleşmesi üzüyo beni.
Herkesin mutlu olduğu, tam tatmin yaşadığı bi yer varsa, hep beraber oraya gidelim. Televizyonda yaptığımı yapıyorum aslında.
Evet,aslında bi televizyon programı yapıyorum.
Ya da radyo da diyebiliriz.
Biraz 3MAYMUN, biraz DEJAVU, biraz 46.
Hobisi kendini anlatmak olan biri için, zorlandığım anlar oluyo elbet!
Beni en çok zorlayan şey de 'tonlama' yapamıyo olmak.
Mimik yok ya yazarken, o biraz sert oluyo!
Cümlelerin arasını açamıyosun, es veremiyosun!
Bundandır ki işaret dilinden yardım alıyorum.
Eğlendiğim, dalga geçtiğim, kinaye yaptığım zaman, gülücüğü yapıştırıyorum :) Bak yine yaptım :)
Yazmak için bulaştım ben bu işe. Bok mu vardı? Bilmiyorum.
FARMVİLLE de bilmiyorum.
FACEBOOKUM da yok. MSN mi dedin?
CIK!
Düzenli olarak e-maillerini okuyan bi kişi de diilim.
Zaten düzenli olarak email de almıyorum.
Ama TWITTER'ı seviyorum. Kulanıyorum onu. İlişkimiz tamamen menfaat üzerine. Gevezeyim biraz kabul ediyorum.
Bazen de abartıyorum, biliyorum.
Bile bile yapıyorum.
Arzun bilir kebap salonu!
'Ya Yunus,tweetlemekten başka bişey yapmıyo musun be? Sürekli twitterdasın!Ne iş?'
diyen arkadaşlar da haklı aslında.
Zira onlar tweetlemedikleri zamanlar AIDSE, KANSERE, AÇLIĞA, SAVAŞLARA çare buluyolar. İşleri çok mühim!
Ben sizi tutmiim!
Benim derdim başka.
Ben elimin altında kontrol edebildiğim, bana ait bi NETWORK olsun istiyorum.
Hepsi bu.
Çeşitliliğini seviyorum.
Bir sürü ekol var orda.
'Canım havyar çekti' diyen de var 'Kirayı yine veremedim, sıçtık!' diye ağlayan da. Filozoflar var oraya has.
Devamlı MEVLANA'DAN alıntı yapanlarla dolu. Semah dönenler! Virginia Woolf'cular, Sylvia Plath'çiler, Müslüm'cüler, Oscar Wilde'çılar...
Spor hastaları var. Ben de bi tanesiyim.
Sadece HASTA olanlar var... 'Hepsinden birazcılar'...20 yaşında hayata küsenler, intihara eğilimli olanlar var.
'Kalktım,sıçtım,yattım' ekolü var bide.
Yazı dili olarak İngilizceyi tercih edenler, benim gibi Türkçe ve İngilizce'yi karıştıranlar (ulan hangisi İngilizceydi :)?)...
Fransızca kullananlar, şarkı sözü yazanlar...
Kendini! ALLAH' sananlar...
Günlük gibi yazanlar , aylarca uğramayanlar ...
'Yav bulunsun,dursun öyle' diye açılan 'account'lar da var, 'ACCOUNT'una tapanlar da!
Enseye tokat olmaya bayılanlar, seni senden iyi tanıdığını sananlar!
Herkes takılsın işte 'kafasına' göre.
HYDE park gibi!
Tabureye çıkan konuşsun!
Kimse kimseyi değiştirmekle uğraşmasın. Yazalım, çıkalım.
Günahı da sevabı da bizim olsun!
Yanlış park ettiğini düşündüğün bi arabanın SİLECEKLERİNİ kaldırmak gibi biraz yaptığım.
İşe yarayıp yaramadığını bilmiyorum.
Arabanın şöförü geldiğinde ben çoktan gitmiş oluyorum.
İnternete hiç hakim değilim.
Tek bi pornografik görüntü dahi elde etmedim internet üzerinden.
'Manita' yapmadım.
Şimdilik :)
Kendime ait bi laptopum, masa üstüm, I-Phone'um bile yok mesela!
Dedim ya Facebook falan bilmem. FARMVİLLE oynamam. Marifetmiş gibi söylemiyorum! Bilenlere, oynayanlara da karışmıyorum, küçümsemiyorum!
Sadece Facebook'da bi fan-page var, onun operasyonundan haberdarım.
Bi de bloglarım var. That's all!
Bide işte bu TWITTER!
Bu da bi nevi FUN-PAGE!
TWITTER'da aktifim, DOĞRUDUR! Orda görüşürüz!
Tamam,belki ben her şeyi anlatamıyorum ama sen de biraz çaba göster.
Şimdi bu yazdıklarıma da ' Öf ya, ne gerek varmış ki böyle bi şeye ya?' diyen olucak eminim.
Ne gerek mi vardı?: SANA NE ? :)
Okudun ama!
Sabah kalkar kalkmaz açmadın mı 'sayfanı'?
Birbirimizi kandırmayalım!
Son olarak :
Ben her şeyi yazarım olm! Sen her şeyi okuyabilir misin?

KABİLE

Yazdıklarım, yazmadılkarım, yazacaklarım hakkında bir yazı bu. Yazıyı buluyorum! Herşeyi başlatıyorum. Ben herşeyini ve herşey hakkında yazanlardanım. Bu beni aptal yapar mı? Hangi niyele okunduğuma bağlı. Niyet kötüsüye, herşey bahanedir. Yazdığıma inanırım ben. Başkası inanmasa da olur. Herşey gözüme yazı gibi gözükür çoğu zaman. MATRİX! Heykelleşmek gibi bir niyetim yok. Büstüm çirkin olur zaten. Bir kabile var. Kabilenin büyücüsüyüm sanki. Kabilenin nüfusu:1(bir)! Çadırıma giriyorum, tütsülerimi yakıyorum. Sancılar,sanrılar! Yazıyorum sonra. Şaman oluyorum, pagan oluyorum. İlkelim ilk insanlar gibi yazarken. Yazmaya karar verdiğim şeyi yazmadığımı görüyorum yazı bittiğinde. Gülümsüyorum :) Nasıl yazacağım? Nerden başlayacağım? derken, durduramadığım anlar oluyor kendimi. Bir cümle lazım bana. Bir cümleyle başlıyor herşey. Bir cümleyle de bitiyor. Bir kaç yerde, bir kaç formda, bir çok şey yazıyorum. Aralarına çizgiler çekiyorum. Adreslerini ayırıyorum artık. İçeriklerine göre dosyalıyorum yazdıklarımı. Kendi varlığımın kütüphanesi! Düşkünüm yazmaya, itiraf ediyorum. Gevezeyim yazarken, kabul ediyorum. Yazdığımı okunaklı yazmaya çalışıyorum, okunsun istiyorum. El yazımla yazıyorum. Bana benzesin istiyorum yazdıklarım. Burnu hariç! Benim gibi baksın, benim gibi koksun, benim gibi gülsün istiyorum. Kim bilir, belki gamzeleri bile olur yazdıklarımın. Spor yazıyorum çünkü spor yapıyorum, spor izliyorum. Bir spor otoritesi gibi değil de, spor yapan, spor izleyen biri gibi yazıyorum. Göze girmeye çalışmıyorum. Kana susamıyorum. Lafımı esirgemiyorum da. Savaşsa yazmak, yastık savaşı olsun istiyorum yazdıklarım! Fikir yazıyorum bazı zamanlar çünkü düşünüyorum. Deniyorum! Düşündüğümü savunuyorum, yazı en büyük mütetefikim oluyor. 'Yazı şahidim olsun ki...' diyorum. Küçük hikayeler karalıyorum. Anılarımla buluşturuyorum onları,karıştırıyorum. Uydurmaya da başlayacağım yakında! Şimdiden haber veriyorum!

30 Ocak 2010 Cumartesi

YENİ İSTANBUL MASALI

Bir varmış bir yokmuş! Ülkenin birinde, bir şehir varmış. Ya da şehrin birinde, koca bir ülke! Taşı toprağı altın sanırmış herkes. Tası tarağı alan gelmiş. Önce küçükmüş bu şehir. Sonra büyümüş, uçsuz bucaksız olmuş. Her yer, her yere karışmış. İzler kaybolmuş. Ne doğudaymış, ne tam batılı olmuş. En çok da bundan çekmiş. Sıkışmış araya, yeri yurdu bilinmez olmuş! Adına İSTANBUL demişler bu şehrin. Alan cennetlik olmuş. Gelen dönememiş, dönen unutamamış! Şiir olmuş, şarkı olmuş. Ne çok rengi varmış İstanbul'un. Hepsi de ne çok yakışırmış! Mavisi, kırmızısı, yeşili hatta moru varmış. Hele bir bembeyaz oldu mu İstanbul, bambaşka olurmuş! Saraylara layıkmış, her yeri ayrı saraymış! Sığmamış bir çağa, Yeni Çağ'a taşmış! Zulüm görmüş, savaşlara girmiş! Canlar vermiş, canlar almış! Ne can alan pişman olmuş, ne veren canını! Yokmuş eşi benzeri, bundanmış nazı! Herkesin aklı da ondaymış, gözü de! O hepsinden akıllıymış. Sokaklarında bir duman gezermiş. Tütsüye benzermiş bu duman. Bir içine çeken, iflah olmazmış bir daha. Lokman Hekim gelse fayda etmezmiş. Yine İSTANBUL'MUŞ çaresi bu derdin. Hem dertmiş İSTANBUL hem deva. Hem en kolaymış hem ondan zoru yokmuş. Büyücüymüş İstanbul. Kahinmiş! Herkes bile bile lades dermiş. Bilerek kanarmış İstanbul'a, gülerek düşermiş. Gelenler kazanmış, kaybedenler dönmüş! Suçlu hep İstanbul'muş güya! Gaddarmış! Bir tuttu mu, bırakmazmış. Ne onunla olurmuş, ne onsuz. Bıçak sırtıymış! Onunla insanın başı hep belada olurmuş ya, onsuz da zaman dururmuş. Tepesi yediymiş. Yakası iki! Mevsimi on! İçinden su geçermiş. Boğazmış İstanbul! Ekmek olmuş, ulu çınar olmuş. Dallarına adaklar bağlanmış, umut olmuş. Dalları ne çokmuş! Yıkılmamış hiç, yorulmamış. Seçmemiş geleni. Zaten seçebilseymiş, tenha olurmuş yolları. O Herkesi almış!. Gelen günahını getirmiş. Öfkesini, hıncını almış gelirken. İstanbul bir taneymiş, gelenler bin. Hepsini almış sırtına, gemileri aldığı gibi. Bir gün şikayet etmemiş, ağlamamış bir gün. Neyi varsa vermiş, neyi varsa almışlar. Gık dememiş! Betonlar dökmüşler göğsüne, taş olmamış kalbi. Söylenmemiş, gönül koymamış. Canı yanmış, eti acımış! 'Olsun!' demiş, 'Yarın, geçer!'. Yıllar geçmiş, yarın olmamış!
Güzel günler de görmüş ama istanbul. İstanbul olduğu günler olmuş! Çekinirlermiş ondan. Kaybetmekten korkarlarmış. Tanrılarına şükrederlermiş İstanbul için. Öperlermiş uyumadan önce onu. Süslenirlermiş İstanbul için. Güllere, lalelere sararlarmış. Türkçesi bile başkaymış ozaman. 'İstanbul Türkçe'si' denirmiş Türçe'nin en güzeline!
Bir gün 'yeni insanlar' gelmiş İstanbul'a. Ne olduysa da bundan sonra olmuş. 'Yeni gelenler', bakılınca, benziyormuş eskilere dışardan. İki elleri, iki ayakları, iki gözleri varmış. İki ayakları üzerinde duruyorlarmış onlar da. Günler geçtikçe 'yenilerin' eskilere pek de benzemediğini anlamış İstanbul! Yeni gelenler de konuşuyormuş ama dinlemiyormuş hiç. Konuşuyorlarmış ama anlaşamıyorlarmış. Kızgınlarmış hep. Gürültülüymüş yeniler, dağınıkmış. Düzeni sevmezlermiş, var olanı bozarlarmış. Küfürbazmış yeniler, kadınları bile! Tuhaf yürürlermiş. Gören 'DARWIN haklı' dermiş! Kötüye gitmiş herşey. Herşey bozulmuş. Bozmuş yeni gelenler. İnsan denizi olmuş İstanbul. Dibi de görünmüyormuş üstelik. Kirliymiş! İstanbul'a onlar getirmiş bu kiri, İstanbul günahsızmış. Renkler solmuş yavaş yavaş. Yüzü asılmış İstanbul'un. Sokaklarından mutsuzluk taşar olmuş. Sokakları mutsuzmuş! İlk defa ihtiyarlamış yaşlı İstanbul, ilk defa yorgun hissetmiş kendini. İlk defa pişman olmuş İstanbul olmaktan. Yeni gelenler çok üzmüş, çok utandırmış onu. Yüzü kızarmış. Yeni gelenlerin yüzü kızarmazmış oysa, utanmazlarmış hiç bir şeyden. İki yüzü varmış onların. Kimine iki yüz bile azmış. 'İşte bu yüzden !'demiş İstanbul ' Bu yüzden tanıyamıyorum onları ben!'. Gelenler sormamış gelirken, izin almamış. Ağlamış gizli gizli. Gösteremezmiş ağladığını ama kimselere, İstanbul'muş çünkü o hala her şeye rağmen!
İnatçıymış İstanbul, direniyormuş inatla. 'Yeni Gelenler' hiç anlamasalar da onu, o ağarlıyormuş hala gelenleri, binbir türlü çalışkanlıkla. Büyükşehir 'Çalışıyormuş'. 'Yeni Gelenlere' rağmen güzelmiş İstanbul, gülümsermiş... Zorla! Mahçup olsa da dostlarına; Newyork'a, Londra'ya, Paris'e, Berlin'e, Roma'ya, Viyana'ya, Budapeşte'ye, Prag'a... Laf taşımamış yine de oralara. Dik durmuş durabildiğince. Diz çökmemiş! Çökmemiş çünkü daha!
Çok insan görmüş koca İstanbul, çok insan tanımış. Alışıkmış yeniye, hazırmış her şeye. Bilgeymiş, sabırlıymış. Ne yapsa olmamış ama, sindirememiş yenileri, anlayamamış, alışamamış, yakıştıramamış, sevememiş hatta!. 'Belki bunlar gider!' demiş. 'Belki daha yeniler gelir, eskilere benzer onlar. Ben yine İstanbul olurum belki!' diye kandırmış kendini, umut beslemiş. Tebessümü kırıkmış ama, en az umudu kadar! Sıvasız evlerini, yüzündeki tükürükleri, Beton çadırlarını, artıklarını, atıklarını, 'yeni dillerini' sevmemiş en çok. Türkçesi azalmış İtanbul'un. Başka şehirlerin dilleri konuşuluyormuş sokaklarında, evlerinde! Mangal dumanları öksürtmüş onu, ciğerleri acımış. Adaları görünmez olmuş. Yataklarını, dere yataklarına yapmış yeniler, solungaçları da yokmuş üstelik. Ormanları azalmış, temiz havası tükenmiş! Kurban kanları suyuna akarken, en çok o kurban olmuş sanki. Sevaplarını anlamamış pek yenilerin. Sevapları bu kadar kanlıysa, günahlarından çok korkmuş. Görmemişler olanları yeniler! 'Görmemiş'miş zaten bir çoğu! Kabaymış yeni gelenler! Cahillermiş! En güçlü düşmanı cehalet olmuş zaten İstanbul'un! En çok onlarla savaşırken yorulmuş! Düşmanın da akıllısını severmiş çünkü!
Yeniler, kendi İstanbul'larını yaratmışlar adeta. Çirkin, sevimsiz, adi bir taklitçisiymiş bu 'Gerçek' İstanbul'un. Şiirlerde ki İstanbul yıkılmış, yerine alışveriş merkezi yapılmış. Otopark olmuş yeni istanbul! İSPARK olmuş adı. Akıllı gözlerden kaçmamış bu değişim, kaçamamış. Daha iyilerine layıkmış İstanbul. Çok iyilerini görmüş çünkü. Özlemiş onları. Yeni gelenler şikayetçi değilmiş oysa. Hiç gocunmazmış yeniler, üstlerine almazlarmış tek bir yanlışlığı, çirkinliği. Sağırmış onlar, körmüş! Hiç öyle şey olur muymuş? Bir şehir ölür müymüş? Acı çeker miymiş ağaçlar, sokaklar, denizler? Unutkanlarmış ama aynı zamanda! Çok unutkan! Unutmuşlar çünkü: BAŞKA İSTANBUL YOKMUŞ!